17 Haziran 2010 Perşembe

YAĞMURU DUYMAK

Manjusri dedi ki: “Tüm varlıkların acısını nasıl taşıyabiliyorsunuz?”
Buda şöyle cevap verdi: “Tüm varlıklar dertsiz tasasız bir Saf Işık Zihni’nden ibaret.”
Manjusri: “Peki ya çekişmeler? Ya kötülük?”
Buddha öylece kımıltısız duruyordu. “Sugata?”
“Şimdi sus Manjusri,” dedi Buda. “Yağmuru dinle.”

Manjusri sustu. Yağmuru dinliyordu.

Bir süre sonra Buda sordu: “Duyan kim?”

Manjusri güldü: “Hiç kimse, Sugata.”
Bunun üzerine Buda şu dörtlüğü okudu:


“Hiç kimse duymuyor onu ya

duyuluyor yağmur. Hiç kimse tarafından!
Kim öyleyse bu konuşan?

Yel mi, ateş mi, toz mu, bulut mu?”


Manjusri o an aydınlandı. “Ah!” dedi.

Buda, “Aferin Manjusri. Anladın,” diye cevap verdi.

(Fil Mezarlığı Sutrası'ndan)

14 Haziran 2010 Pazartesi

OBON'A DAİR

Samimi bir öğrencinin gözünde özgünlük ve evrensellik bir ve aynıdır. Evrensel hakikatin herkese göre özgün bir yaklaşımı olması gerekir. Zihin ve beden birdir; tek bir noktaya odaklanan uygulamamız içerisinde öznel ve nesnel dünyalar aynıdır. Zihin ve bedenin bir olduğunu ve öznel ve nesnel dünyaların aynı olduğunu görünce pek çok insan ölüm korkusu duyar. Bu mesele akıl yürütmeyle çözülemez. Hakuin Zenji, “Ölümden sonra yaşamı merak ediyorsanız bunu merak edene sorun,” demiş. Yani kendi kendinize sormaktan başka yapabileceğiniz bir şey yok çünkü bu soru bilginin sınırları dâhilinde değildir. Bunu uygulamayla kendi başınıza çözmek zorundasınız. Benlik düşüncesi olmadığında, Buda’nın aydınlanma sonrası uygulamalarıyla herkesin aydınlanma öncesi uygulaması arasında hiçbir fark yoktur. Kendinizi benliksizlik uygulamasına verdiğinizde geçmiş, şimdi ve gelecek düşüncelerinden; bu dünya ve öte dünya fikrinden, geliş ve gidiş düşüncesinden azade olursunuz.

Shunryu Suzuki, Temmuz 1962, Wind Bell

* Obon: Sanskritçede Ullambana denen ölüler bayramının Japonca karşılığı. Bu bayramda sokaklarda şenlik ateşleri yakılarak ölülerin ruhları evlere davet edilir, onlara yiyecekler, içecekler sunulur.

12 Haziran 2010 Cumartesi

BİR FİNCAN ÇAY

Büyük Usta Joshu Shinshai, yeni gelen bir keşişe “Buraya daha önce gelmiş miydin?” diye sormuş.
Keşiş, “Hayır, efendim,” deyince de “Otur madem bir fincan çay iç,” demiş.

Sonra başka bir keşişe dönüp “Sen buraya daha önce gelmiş miydin?” diye sorunca zaten bir süredir manastırda bulunan keşiş şaşkınlıkla “Evet, efendim,” diye cevap vermiş.
Joshu ona da “Otur madem bir fincan çay iç,” demiş.
Tüm bu olup bitenleri gören baş keşiş, Usta’nın yanına sokulup, “İki keşiş de size farklı cevaplar verdiği halde nasıl olup da ikisine de oturup bir fincan çay içmelerini öneriyorsunuz, efendim?” diye sormuş.
Joshu “Baş keşiş sen daha hâlâ burada mısın?” diye bağırmış.
Baş keşiş “Evet, efendim,” deyince de Joshu “Otur madem bir fincan çay iç,” demiş.

10 Haziran 2010 Perşembe

UÇURTMA


Uçurtma ya-
Rüzgâr takılır
Kuyruğuna

Gerçek bir uçurtma değildi o. Öğlen sıcağında biraz kestirmek için uzanınca gelip girdi rüyama. Masmavi gökte, kuşlarla beraber uçarken birden havada bir yerlerde durup kaldı. "Rüzgâr takıldı kuyruğuma," diyordu.

9 Haziran 2010 Çarşamba

MAYA



"Bir bulut, bir rüya, bir sabun köpüğü gibi; kayan bir yıldız, bir gece lambası, bir çiy damlası, çakan bir şimşek gibi - böylece görün işte her ne varsa bu dünyada."


Elmas Sutra

7 Haziran 2010 Pazartesi

TAT TVAM ASİ

Svetaketu on iki yaşına geldiğinde bir öğretmenin yanına yollandı ve yirmi dört yaşına dek onun yanında öğrenim gördü. Tüm Veda’ları öğrendikten sonra son derece iyi eğitim görmüş olduğu inancıyla kurum kurum kurulup kimseleri beğenmez bir halde eve döndü. Babası ona şöyle dedi:
“Svetaketu, evladım, paçalarından bilgi akan ve kimseleri beğenmeyen sen hiç sayesinde duyulmazı duyduğumuz, görülmezi gördüğümüz ve bilinmezi bildiğimiz bilginin peşine de düştün mü?”
Svetaketu, “Nedir o bilgi, efendim?” diye sordu.
Babası, “Bir parça kili bilmekle kilden yapılma her şeyi bilirsin, tek değişen o şeylerin isimleri olur ancak tüm onların hepsi kildir, işte aynen böyle, o bilgiyi bilmekle de her şeyi bilmiş oluruz, evladım.”
“Öyleyse hiç şüphe yok ki benim muhterem öğretmenlerim bu bilgiyi bilmiyormuş; zira bunu biliyor olsalar bana da bildirirlerdi. Peki, o zaman siz efendim, bana bu bilgiyi verir misiniz?”
“Peki,” dedi babası, “bana Niyagrodha ağacının bir meyvesini getir.”
“Getirdim, efendim.”
“Böl onu.”
“Böldüm, efendim.”
“Ne görüyorsun?”
“Birkaç tohum efendim, oldukça küçükler.”
“Onlardan birinin içini aç.”
“Açtım efendim.”
“Ne görüyorsun?”
“Hiç.”
Baba, “Evladım, senin orada göremediğin o latif öz koskoca Niyagrodha ağacını meydana getiren özdür,” dedi. “Var olan her şeyin benliği o latif özde. O Hakikattir, O Nefstir, ve sen, Svetakatu, O’sun.”
“Lütfen, efendim,” dedi oğlan, “biraz daha açıklayın.”
“Peki, evladım,” dedi babası, “Şu tuzu suyun içine at ve sonra yarın sabah gel, anlatayım.”
Oğlan denileni yaptı.
Ertesi sabah babası, “Bana suya attığın o tuzu getir,” dedi.
Oğlan aradıysa da tabii ki tuzu bulamadı çünkü tuz suyun içinde erimişti.
Baba, “Tasın üst kısmından bir yudum su iç. Tadı nasıl?” diye sordu.
“Tuzlu.”
“Ortasından bir yudum iç. Nasıl?”
“Tuzlu.”
“Dibinden bir yudum iç. Nasıl?”
“Tuzlu.”
“Suyu dök de yanıma gel,” dedi.
Oğlan denileni yaptı. Ancak tuz yok olmamıştı, çünkü tuz ilelebet varlığını sürdürür.
Sonra baba, “İşte burada, şu bedenin içinde de, evladım, Hakikati göremiyorsun ama o aslında orada,” dedi. “Var olan her şeyin benliği o latif özde. O Hakikattir, O Nefstir, ve sen, Svetakatu, O’sun.”

Çandogya Upanişad

SİDHARTA

niyagrodha
koskoca bir ağaç görüyorum
ufacık bir tohumda
o ne ağaç ne tohum
om mani padme hum (3 kere)

sidharta buddha
ben bir meyvayım
ağacım âlem
ne ağaç
ne meyva
ben bir denizde eriyorum
om mani padme hum (3 kere)

Asaf Halet Çelebi

4 Haziran 2010 Cuma

BUDA'NIN ÖĞRETİSİ NEREDE?


Bir keşiş Man Gong Usta’ya “Buda’nın öğretisi nerede?” diye sormuş.
Man Gong “Tam karşında,” diye cevap vermiş.

Keşiş, “Ben öyle bir şey göremiyorum,” deyince Usta, “Ben dersen göremezsin tabii,” demiş.

Bu sefer keşiş, “Peki sen görüyor musun Usta?” diye soracak olmuş.

Man Gong şöyle cevap vermiş, “Ben deyince görmek zordur ya Sen deyince daha da zor olur.”

2 Haziran 2010 Çarşamba

HİÇ OLACAK İŞ Mİ?


bir kuş bir kuşa sormuş, gökyüzünü hiç duydun mu?


bir balık bir balığa demiş, gel sana suyu öğreteyim.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

ZEN USTASI BİR KEDİ


Kadim Zen bilgelikleri yumurtlayan bir kediyle sohbet etmek isterseniz resmin üstüne tıklayın. Maalesef Kedi Roshi sadece İngilizce biliyor, sorularınızı İngilizce sorarsanız keyifli cevaplar alabilirsiniz.

30 Mayıs 2010 Pazar

TAM ORTADA


En büyük Japon Zen ustalarından biri sayılan ve koanları amaçlarına göre tasnif ederek Rinzai Okulu içerisinde sistematik koan çalışmasını başlatan Hakuin Ekaku ömrünün son üç yılında manastırda yarı inziva hayatı içerisinde yaşamaya başlamış. 1768 kışında sağlık durumunu inceleyen bir doktor nabzını yoklarken “Her şey yolunda görünüyor,” deyince Hakuin, “Ne doktor ama, üç gün içinde öleceğimi bile anlayamıyor,” diye mırıldanmış.

11 Aralık’ta, seher vakti mışıl mışıl uykusundan uyanarak esaslı bir nara atmış, sağ yanına dönmüş ve ölmüş. Kremasyondan sonra Hakuin’in küllerinin pırıl pırıl mercan renginde ve baharat kokulu olduğu söylenir.


Yaptığı son kaligrafi kendi hayatının özlü bir beyanatı gibidir: devasa bir “TAM ORTADA” yazısı ve şöyle bir not: “Hareketin TAM ORTASINDA meditasyon, dinginlik içinde meditasyona bin kat yeğdir.”

26 Mayıs 2010 Çarşamba

USTA BENİ ÖLDÜRSEN E!


"Çocuğunu doğurup yitiren analara benzemiyor muydu ustası? Doğurup yitiren ya da düşüren?... Başka ustalar da vardı böyle, cambazlar arasında uğursuz sayılan. Çırakları ölen, kalfaları ölen. Sanat, cambazlık bu gibi ustalarda donup duruyordu anlaşılan. Çocuğu olmadan ölecek insanlar gibi. Bunların çoğu sivriliyordu gerçi ustalar arasında, büyüklüğe yaklaşanı da az değildi. Ama kuruyan dallar, kısır kadınlar değil miydi gerçekte? Hepsi ustanın birinden yetişmişti. Ancak bunlardan kimse yetişmeyecekti."

Bilge Karasu

24 Mayıs 2010 Pazartesi

BAHAR BULUTU


Bahar bulutu
Ağlarsın bir başına
Mutlu olsan da

Bahar geldi ama bulutlar ve yağmur bir türlü gidemedi bu sene, güneş arada gösteriyor yüzünü.

Gelenim gidenim eksik olmuyor çok şükür. Büsbütün yalnızım diyemem bu yabanda. Ne ki gelenler gidince, insan bir başınalığını daha bir derin duyumsuyor burada.

21 Mayıs 2010 Cuma

10 BOĞA

18 Mayıs 2010 Salı

ÜSTAT YODA



"Hayır. Fark yok. Fark senin zihninde. Öğrendiklerini unutman gerek."

Yoda, Yıldız Savaşları: Bölüm V - İmparator

16 Mayıs 2010 Pazar

BİR OTUN GÖLGESİNE SIĞINMAK

Buda bir gün cemaatini de yanına alıp yürüyüşe çıkmış. Bir yerde durup toprağa işaret etmiş ve “Burası tam mabet kurulacak yer,” demiş.

Tanrıların Kralı İndra uzun ince bir otu eline alıp toprağa saplamış ve “Mabet kuruldu,” demiş.


Buda gülümsemiş.

13 Mayıs 2010 Perşembe

DHARMA'NIN BEDELİ



















Bir gün bir öğrenci Zen Ustası Hyang Bong’a gelip “Usta, lütfen bana Dharma’yı öğretir misin?” demiş.
Hyang Bong “Üzgünüm ama benim Dharma’m çok pahalıdır,” diye cevap vermiş.
“Ne kadar pahalı?”
“Sen ne verebilirsin?”
Öğrenci ellerini cebine atmış ve biraz bozukluk çıkarmış; “Varım yoğum bu!”

“Bana dağlar kadar altın bile versen,” demiş Hyang Bong, “yine de Dharma’mın bedelini ödeyemezsin.”
Bunun üstüne öğrenci gidip bir başına Zen çalışmaya devam etmiş. Aylar süren disiplinli çalışmanın ardından tekrar Hyang Bong Usta’nın yanına gidip, “Usta sana hayatımı veririm, ne istersen yaparım, kulun kölen olurum. Lütfen öğret bana,” demiş.
Hyang Bong, “Değil tek bir hayat bana bin hayat verecek olsan bile yine de Dharma’mın bedelini ödeyemezsin,” demiş.
Biraz keyfi kaçan öğrenci yine evinin yolunu tutmuş. Aylarca çalışıp hazırlanıp gene ustanın karşısına çıkmış: “Sana zihnimi veririm. Şimdi bana öğretir misin?”

Hyang Bong, “Zihnin beş para etmez bir bok çuvalı. Ne yapayım ben senin zihnini? Değil tek bir zihin bana bin zihin verecek olsan bile Dharma’mın bedelini ödeyemezsin,” demiş.

Öğrenci yine gidip çalışmaya koyulmuş. Bir müddet sonra tüm evrenin boş olduğu kavrayışına ulaşmış. Yeniden ustanın yanına gidip, “Şimdi Dharma’nın bedelini anladım,” demiş.

Hyang Bong, “Neymiş bakalım?” diye sormuş.

Öğrenci narayı basmış, "HAYT!!!"

Hyang Bong, "Olmadı, daha da pahalı,” demiş.

Bu kez ayrılırken öğrenci allak bullak bir halde ve büyük bir ümitsizlik içerisindeymiş. Derin bir uyanışa erene dek ustayı bir daha görmeyeceğine yemin etmiş. Bir süre sonra nihayet o gün de gelmiş ve yeniden ustanın yanına gitmiş. “Usta artık anlıyorum: gök mavi çayırlarsa yeşil. Şimdi bana öğretecek misin?”

“Yo, yo, yo,” demiş Hyang Bong. “Benim Dharma’mın bedelini ödemeye bu da yeterli değil.”

Artık öğrencinin tepesinin tası atmış: “Ben anlayacağımı anladım zaten, senin Dharma’n lâzım değil bana, al Dharma’nı götüne sok,” demiş.

Hyang Bong gülümsemiş. Bunu gören öğrenci iyice sinirlenmiş; odanın içinde deli danalar gibi dönüp tepinmiş. Tam kapıdan çıkacakken Hyang Bong ardından seslenmiş, “Baksana!”

Öğrenci dönüp bakmış.

“Sakın yitireyim deme bundan sonra Dharma’mı,” demiş Hyang Bong.

Öğrenci bu sözleri duyar duymaz aydınlanmış.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

AĞAÇKAKAN


Takada tak tak
Dövüyor davulunu

Ağaçkakan


Bahçede kahvaltımı ederken bir yerlerden ritmik bir vurmalı sesi çalındı kulağıma. Allah Allah! dedim, köyde düğün mü var acaba? Biraz etrafa bakınınca çam ağacının tepesinde ağaçkakanı fark ettim. Kurt derinde olacak, nasıl da kuvvetli vuruyordu gagasını.

7 Mayıs 2010 Cuma

YÜRÜMEK

Bir keşiş Zen ustası Ummon'a sormuş:
"Yolu nasıl bulacağım usta?"
Ummon cevap vermiş.

"Yürü."

6 Mayıs 2010 Perşembe

BOŞ İŞ


Kırk senedir su satıyorum dere başında
Ho! Ho! Ho!

Ne erdemli uğraş ama...

Harada Sogaku (1870-1961)

3 Mayıs 2010 Pazartesi

ZEN MESLEĞİ MESLEKSİZLİKTİR

Benim ideal hayat biçimim işe yaramaz bir mantarınkidir, ne çekici çiçekleri vardır ne batan dalları, yaprakları. Beni çok fazla sevmeye başladığınızda sırra kadem basacağım. Ben katedrallere ve meslektaşlarına raporlar yollayıp üstlerine düşeni ne kadar şahane bir biçimde yerine getirdiğini anlatıp duran diğer din emekçilerine benzemem. Aslında bakarsanız, benim ait olduğum bir katedral de yok meslektaşlarım da çünkü Zen mesleği mesleksizliktir.
Nyogen Senzaki

30 Nisan 2010 Cuma

KARABATAK


Dalıp çıkıyor

Şaşkın gözlerle suya
Karabataklar


İzmir yoluna çıktım bu sabah. Bayındır ilçesinin Dernekli köyündeki Marmariç oluşumunu ziyarete gidiyorum. Bandırma'dan trenle gideyim dedim İzmir'e. Sabah 9:50'de kalkan treni beklerken sahilde meditasyonumu yapabileceğim bir köşe aradım kendime. Kıyıya çekilmiş balıkçı kayıklarının arasında bir kuytu bulup attım matımı. Dalgaları seyre dalmış, soluğumu takip ederken birden şaşkın gözlerle cup diye çıktı sudan, irkildim. Nerden daldığını görmedim hiç. Sonra arkadaşları da geldiler. Ben gözlerimle, onlar tüm bedenleriyle daldık çıktık denize.

29 Nisan 2010 Perşembe

BULUT

Güneşli güzel bir günde başınızı göğe çevirip havada süzülen sevimli, pofuduk bir bulut görürsünüz. Biçimine, ışığın büklümleri üstüne vuruşuna ve yeşil çayıra düşen gölgesine hayran kalırsınız. Bu buluta âşık olursunuz. Hep sizinle kalsın, size neşe versin istersiniz. Neden sonra bulutun biçimi ve rengi değişir. Daha bir sürü bulut çıkagelir, gök kararır ve yağmur başlar. Bulut artık ortada yoktur. Yağmura dönüşmüştür. Sevgili bulutunuz dönsün diye ağlamaya başlarsınız.

Yağmura derinden baktığınızda bulutunuzu hâlâ görebileceğinizi bilseniz bu kadar ağlamazdınız.


Budizmde imgesizlik (animitta) diye bir ilke vardır. “İmge”, şeylerin dışsal biçimidir. İmgesizlik uygulaması, şeylerin dışsal biçimine ya da görünüşüne kanmamaktır. Animitta ilkesini anladığımızda dış görünüşün gerçekliğin tamamı olmadığını anlarız.


Bir bulut yağmura dönüştüğünde yağmura derinden bakarsanız bulutun hâlâ orada olduğunu ve size bakarak gülümsediğini görürsünüz. Bu sizi neşelendirir ve ağlamayı bırakırsınız çünkü artık bulutun biçimine bağlı değilsinizdir. Eğer ıstıraba saplanıp kalır ve uzun süre ağlamaya devam ederseniz bunun nedeni geride kalmış olmanız, bulutun biçimine ya da imgesine tutulmuş olmanızdır. Geçmişteki bir biçime tutulup kalmışsınız ve yeni biçimi göremiyorsunuz. Yağmura ya da kara dönüşen buluta yetişemiyorsunuz.


Eğer sevdiğiniz birini yitirdiyseniz ve böyle uzun uzun ağladıysanız Buda’nın davetine kulak verin lütfen. Derinden bakın ve sevdiceğinizin doğasının doğumsuz, ölümsüz, gelişsiz ve gidişsiz bir doğa olduğunun farkına varın. İşte gerçek doğamıza dair Buda’nın öğretisi budur.

Thich Nhat Hanh

27 Nisan 2010 Salı

ŞİMŞEK

çaktı şimşek ya
ben de parladım öyle
bir anlığına

愚 Budala

25 Nisan 2010 Pazar

GEÇER

Bir Zen öğrencisi bir gün ustasına gidip dert yanmaya başlamış:
“Ne yapacağımı bilemiyorum Usta, meditasyonum tam bir felaket. Bir türlü zihnimi odaklayamıyorum, aklıma hep hayaller ve düşünceler üşüşüyor. Sonra bacaklarım ağrımaya başlıyor. Bir de hep uykuya dalacak gibi oluyorum.”
Usta öğrencisine gülümseyip “Merak etme, geçer,” demiş.
Bir süre sonra aynı öğrenci yine ustasının yanına gelmiş:
“Haklıymışsın Usta, hepsi geçti gitti. Şimdi meditasyonum mükemmel. Kendimi müthiş dingin ve huzurlu hissediyorum. Farkındalığım en üst düzeyde ve meditasyondan dinç ve zinde bir biçimde kalkıyorum”
Usta cevabı yapıştırmış:
“Merak etme, geçer.”

24 Nisan 2010 Cumartesi

ZEN KEDİCİKLERİ

22 Nisan 2010 Perşembe

DOĞRU VE YANLIŞ


-Her şey doğru.
-Yanlış şeyler bile mi?
-Yanlış şeyler bile.

-Nasıl olur yahu?

-Bilmiyorum dostum, ben yapmadım.

20 Nisan 2010 Salı

BUDA’NIN DOĞAÜSTÜ GÜÇLERİ


Buda’nın altı doğaüstü gücü vardır: Biçimlerle dolu bir dünyada yaşar, biçimlerin ayartısına kapılmaz; Seslerle dolu bir dünyada yaşar, seslerin ayartısına kapılmaz; Renklerle dolu bir dünyada yaşar, renklerin ayartısına kapılmaz; Kokularla dolu bir dünyada yaşar, kokuların ayartısına kapılmaz; Tatlarla dolu bir dünyada yaşar, tatların ayartısına kapılmaz; Öğretilerle dolu bir dünyada yaşar, öğretilerin ayartısına kapılmaz.
Linji Yixuan (Rinzai Gigen)

18 Nisan 2010 Pazar

BODHİDHARMA DOĞU’YA NİYE GİTTİ?

Kendisini arayan aptallara uzaktan bir deniz feneri gibi ışık tutan ihtiyar bir Zen ustası. Terk edilmiş bir yetim. Dünya işlerinden kaçıp varoluşun anlamı peşinde inzivaya çekilen bir delikanlı. Eteklerinde bir Budist manastırı bulunan sık ormanlarla kaplı bir dağın tepesinde bir süreliğine yolları kesişen üç insan. Bir çocuk tarafından eşi çalınıp tutsak edilmiş vefalı bir kuş. Ağaçların arasında bir görünüp bir kaybolan bir öküz. Can alıcı güzellikleriyle şelaleler. Acı dolu bir dünyadan sakınmak, hayatın tozuna toprağına bulanmadan yaşamak mümkün mü? Dünyadan kaçmak bilgelik mi? Bodhidharma Doğu'ya Niye Gitti? Bir koan gibi alabildiğine yalın ve bir o kadar esrarlı muhteşem bir film. İzleyin!

http://thepiratebay.org/torrent/3320966/Why_Has_Bodhi-Dharma_Left_for_the_East__%281989_DVDRip_South_Korea

15 Nisan 2010 Perşembe

MUTLULUĞUN RESMİ Mİ? MUTLULUK KENDİSİ BİR RESİM!


"Gerçek hayatta hakiki mutluluğa, nihai ve ebedi gönül ferahlığına ulaşmanın imkânı yoktur. Zira bunlar boşlukta açan hayali çiçekler, katıksız düşlemlerdir. Gerçekleşmeleri mümkün değildir. Aslına bakarsanız, gerçekleşmemeleri de gerekir. Peki neden? Bu fikirler gerçekleşecek olsaydı hayatımızın gerçek anlamını aramayı bırakırdık. Böyle bir şey, manevi anlamda varlığımızın sonu olurdu ve hayatı yaşamaya değmeyecek kadar aptalca bulurduk."

Schopenhauer

13 Nisan 2010 Salı

SAMURAYIN İTİKADI




Ailem yok benim; Yerle Göğü ailem bilirim.
Yuvam yok benim; Tan T’ien’i yuvam bilirim.
İlahi güçlerim yok benim; dürüstlüğü İlahi Güç bilirim.
Hedefe ulaşacak araçlarım yok benim; Yumuşak Başlılığı araç bilirim.
Büyülü güçlerim yok benim; kişiliğimi Büyü Gücü bilirim.
Ne yaşamım var ne ölümüm; Om’u Yaşam ve Ölüm bilirim.

Bedenim yok benim; Metaneti Beden bilirim.
Gözlerim yok benim; Şimşeğin Çakmasını Göz bilirim.
Kulaklarım yok benim; Duyarlılığı Kulak bilirim.
Elim kolum yok benim; Çevikliği El Kol bilirim.
Yasalarım yok benim; Kendimi Korumayı Yasa bilirim.

Stratejim yok benim; Can Alma ve Can Bağışlama Hakkını Strateji bilirim.
Tasarım yok benim; Fırsatlara Dört Kolla Sarılmayı Tasarı bilirim.
Mucizem yok benim; Adil Davranışı Mucize bilirim.
İlkem yok benim; her şarta Uyum Sağlamayı İlke bilirim.
Taktiğim yok benim; Boşluk ve Doluluğu Taktik bilirim.

Yeteneğim yok benim; Hazırcevaplığı Yetenek bilirim.
Dostlarım yok benim; Zihnimi Dost bilirim.
Düşmanım yok benim; Dikkatsizliği Düşman bilirim.
Zırhım yok benim; İyilikseverliği Zırh bilirim.
Kalem yok benim; Sarsılmaz Zihni Kale bilirim.
Kılıcım yok benim; Boş Zihni Kılıç bilirim.

(M.S. 1300 yıllarından kalma anonim bir metin)
Çeviren: 愚 Budala

12 Nisan 2010 Pazartesi

ZEN SIKICIDIR

Artık kabul edelim. Zen sıkıcıdır. Zenden daha donuk daha sıkıcı bir pratik bulamazsınız. Felsefesi yavan ve heyecansızdır. Birilerinin şu an bu sayfayı okuması bile bana inanılmaz geliyor. Bunun yerine Tetris falan oynayabileceğinizin farkında değil misiniz? Milyon tane beleş porno sitesi var, haberiniz yok mu? Gidip hayatın tadını çıkarın, burada ne işiniz var?

Bir Rinzai Zen hocası olan Joshu Sasaki, bir keresinde Budist öğretmenlerin daima öğrencilerini Buda Âlemi’ne özendirdiklerini ama aslında öğrenciler Buda Âlemi’nin ne kadar yavan ve tatsız olduğunu bir bilseler oraya varmayı asla istemeyeceklerini söylemişti. Çok haklı. Zen ustalarına bir bakın. Hiçbirinin modadan anladığı yok. Boş duvarlara gözlerini dikip öylece oturuyorlar. Onlara nasıl uçacağınızı sorsanız hiçbir şey söylemezler. Ahret hayatını soracak olsanız konuyu değiştirirler. Mucizeleri soracak olsanız su taşıyıp ateş için odun kesmek gibi zırvalardan söz ederler. Erken yatar, erken kalkarlar. Zen tam da bön tiplere göre bir felsefe.


Can sıkıntısı mühimdir. Hayatınızın çoğu yavan, tatsız ve sıkıcıdır. Zazen çalışarak can sıkıntısı hakkında çok şey öğrenirsiniz. İlk kez Zazene oturuşumu hatırlıyorum da, nasıl da heyecanlıydım. Gökyüzünden inen dört kollu Krişna vizyonları göreceğimi ya da şu eski Beatles şarkısındaki gibi Boşluk'ta yok olacağımı, Nirvana'ya ereceğimi (o da neyse) ya da ona benzer başka muhteşem bir şey yaşayacağımı falan düşünüyordum. Fakat saat tik tak ilerledikçe, bacaklarım ağrımaya başlıyor ve zihnimde saçma sapan düşünceler dolanıp duruyordu. Belki de doğru uygulamıyorum diye düşündüm. Yo hayır, yıllar geçti ama değişen bir şey olmadı. Sıkıntı, sıkıntı, sıkıntı. Neredeyse 20 yıldır zazen yapıyorum ve o kahrolası sıkıntı hâlâ geçmedi.


İnsanlar gündelik hayatlarından nefret eder. Hep daha iyi bir şeyler isteriz. İşle güçle geçen şu gündelik hayatımızın yavan ve sıradan olduğunu düşünürüz. Oysa bir gün, bir gün... The Monkees’in* bir bölümünde, Mike Nesmith lisedeyken okulun boş sahnesinde elinde bir gitarla “Bir gün, bir gün...” diyerek dolanıp durduğunu anlatır. Sonra bugün (bugün dediğimiz 1967, Monkees şöhretin zirvesindeyken) binlerce hayranının karşısında sahneye çıkar ve yine şöyle düşünmektedir: “Bir gün, bir gün...” Hayat böyle bir şey işte. Asla mükemmel olmayacak. “Bir gün” olmasını hayal ettiğiniz şey, hiç olmayacak. Asla. Bu her ne olursa olsun. Hayalinizi ne kadar iyi kurarsanız kurun, ona ulaşmak için gerekli tüm adımları ne kadar dikkatle atarsanız atın. Tam planladığınız biçimde gerçekleşecek bile olsa sizin sonunuz da tıpkı Mike Nesmith gibi olacaktır. Bir gün, bir gün... Hiç şüpheniz olmasın.

Hayatınız değişecek. Orası kesin. Fakat daha iyi ya da daha kötü olmayacak. Bugünü dünle kıyaslayabilir misiniz? Geçmiş hakkında ne biliyorsunuz ki? En ufak bir fikriniz bile yok! Geçen hafta ya da on yıl öncesi şöyle dursun, dünün gerçekten nasıl olduğunu bile hiçbir biçimde bilemezsiniz. Gelecek mi? Unutun gitsin.

İnsanlar büyük heyecanlar peşinde koşuyor. Uç deneyimler yaşamak istiyorlar. Bazı insanlar Aydınlanma’nın Nihai Uç Deneyim olacağı beklentisiyle Zen’e geliyor. Tüm Uç Deneyimlerin Anası. Oysa gerçek aydınlanma en alelade sıradanlıktır. Bir keresinde inanılmaz bir vizyon yaşamıştım. Zaman ve uzay içerisinde nakledildiğimi gördüm. Milyonlarca, yo, milyarlarca, trilyonlarca, katrilyonlarca yıl geçti. Mecazi olarak değil, gerçekten. Vınnn diye. Kendimi zaman ve uzayın ta en ucunda, şimdiye dek var olmuş her şeyin canlı zihinleri ve bedenlerinden oluşan devasa bir varlık olarak buldum. Acayip dokunaklı bir deneyimdi. Coşku vericiydi. Haftalarca uçar gibi dolaştım. Sonunda deneyimimi Nishijima Sensei’ye anlattım. Fasa fiso dedi. Hepsi benim kendi hayal gücümmüş. Neler hissettiğimi size anlatamam. Hayal gücü ha? Daha önce yaşadığım tüm deneyimler kadar gerçek bir deneyimdi. Az daha ağlayacaktım. O gün ilerleyen saatlerde bir mandalina yiyordum. Mandalinanın ne hoş bir şey olduğunu fark ettim. Nefisti. İnanılmaz bir turunç. Müthiş bir tat. Bunu da Nishijima’ya anlattım. İşte bu deneyim, dedi, aydınlanmadır.

İnsana böyle bir öğretmen lâzım. Dünyaya daha böyle pek çok öğretmen gerek. Bir sürü öğretmen benim deneyimimi Atman'ımın Tanrı'yla birleşmesi, muazzam ve muhteşem şeylerin belirtisi olarak yorumlayıp manevi gelişimime övgüler düzer ve yola nasıl devam etmem gerektiği konusunda anlamlı sözler ederlerdi. Peşinen söyleyeyim ben de böyle bir şeye balıklama atlardım! Zokayı aynen yutardım. Bir öğretmen illüzyonlarınızı yerle bir etmiyorsa size hiçbir faydası dokunmuyor demektir.

İhtiyacınız olan şey sıkıntı. Evrenin Ucunda Tanrı’nın Zihni’yle kaynaşmak; alın size heyecan! Hepimiz bunun için bu Zen teranesinin içinde değil miyiz? Mandalina yemek mi? Yapma be dostum! Mandalina yemekten daha bayağı ne olabilir ki?


Birkaç yıl önce psikologlar bir araştırma için Budist rahipleri ve sıradan kişileri bir odada oturtup beyin etkinliklerini kaydetmek üzere EEG makinelerine bağlamışlar. Hepsine gevşemelerini söyledikten sonra odaya sürekli tekrarlanan bir uyarıcı, tik tak işleyen bir saat koymuşlar. Sıradan kişilerin EEG'lerinde birkaç saniye sonra beyinlerinin bu uyarana tepki vermeyi bıraktığı görülmüş. Budistler ise saatin her tik takını zihinsel olarak kaydetmeyi sürdürmüşler. Bu bulguya pek çok yerde değinilse de ne psikologlar ne de gazeteciler bunu nasıl yorumlayacaklarını bilemiyor. Oysa mesele gayet basit. Budistler kendi hayatlarına kulak verirler. Sıradan kişilerse düşünecek daha iyi şeyleri olduğuna inanırlar.


Sıradan ve sıkıcı hayatınıza gerçekten yakından bakacak olursanız orada gerçekten muhteşem bir şeyler keşfedeceğinizden şüpheniz olmasın. Şu bildik, sıradan ve anlamsız hayatlarımız aslında inanılmaz keyifli - akıllara durgunluk verecek şekilde, muhteşem, biteviye ve amansız bir haz dolu. Böylesi bir keyfi deneyimlemek için herhangi bir şey yapmanıza da gerek yok. İnsanlar muazzam ve ilginç deneyimlere ihtiyaç duyduklarına inanıyor. Evet doğru, o muazzam ve travmatik deneyimler bazen insanları kısacık bir anlığına da olsa bir çeşit aydınlanma hali içine sokabiliyor. Bu deneyimleri bu kadar cazip kılan şey de bu zaten. Ancak bunun etkisi hızla geçiyor ve siz de kendinizi bir sonraki büyük heyecanın peşinde koşturur halde buluyorsunuz. Uyuşturucu almaya, binaları havaya uçurmaya, Indy 500'ü kazanmaya ya da ayda yürüyüş yapmaya ihtiyacınız yok. Himalayalar’dan planörle uçmaya, ağzınızın sularını akıtan ve “o da dünden razı” sekreterinizi becermeye ya da hoş insanlarla gece boyu süren partiler vermeye ihtiyacınız yok. Evrenin bütünlüğüyle kaynaşma vizyonlarına ihtiyacınız yok. Neyseniz o olun, neredeyseniz orada olun, yeter. Tuvaleti temizleyin. Köpeği yürüyüşe çıkarın. İşinizi yapın. Olabilecek en büyülü şey işte budur. Gerçekten Tanrı’yla bütünleşmek istiyorsanız, bunun yolu buradan geçiyor. Şu anda. Elinizi donunuza sokmuş, ağzınızın kenarında patates cipsi kırıntılarıyla bilgisayar ekranına bakıp “Bu herif kafayı yemiş ya,” diye düşünürken. İşte Aydınlanma bu an. Bu an, daha önce asla yaşanmadı ve geçtiğinde de bir daha yaşanmayacak. Siz bu ansınız. Bu an sizsiniz. Tüm Evrenle, Bizzat Tanrının Kendisi’yle bütünleştiğiniz an işte bu an.


Yaşadığınız bu hayat, Tanrı’nın bile asla bilemeyeceği hazlar içeriyor.

Brad Warner

(Üstat Gudo Nishijima'nın öğrencisi, Hardcore Zen kitabının yazarı)


Dipnot: * Eski Amerikan pop kültürünü bilmeyenler için; The Monkees bir rock’n’roll grubu hakkında 1967-68 yıllarında televizyonda gösterilen ve sonra 70’lerde yeniden yayınlanan bir TV dizisiydi. The Monkees’in tıpkı The Beatles gibi olması düşünülmüştü. Mike Nesmith grubun lideri, John Lennon karakteriydi. The Monkees adında çakma bir rock grubu turneye çıktığında, tıpkı birkaç yıl önce The Beatles'ınki kadar kalabalık bir çığlık çığlığa, yeniyetme hayran kitlesi toplaması ise herkesi hayrete düşürmüştü.

8 Nisan 2010 Perşembe

NARKISSOS


Duru berrak bir suda kendi muhteşem
güzelliğini görüp de o sularda yitip giden
Narkissos gibi dalabilir miyiz bir gün
biz de birbirimizin gözlerine?
Görebilir miyiz sahiden?
Bahar gelir, parçalanır aynalar.
Durgun suda bir akis kalır.
Yine kırda nergisler...

愚 Budala

6 Nisan 2010 Salı

ZEN ŞİİRİ

Underground Poetix 5. Cilt'te Zen ve Zen şiiri üzerine yayınlanan makalenin tam metni.
Afiyet olsun!

Zen Şiiri

31 Mart 2010 Çarşamba

PAPATYA

De ki kar yağmış
Yemyeşil çayırlarda
Ak papatyalar

İstanbul’da geçen on günün ardından köye dönüyorum işte. Dostları görmek güzeldi ama on gün şehir için yeter de artar bile. Nasıl da özlemişim kırları ve ormanları! Köy dolmuşu bizim köye yaklaşırken bir virajı alıyor ve o da ne; ta ilerideki çeltik tavlarına dek uzanan yeşil çayırın üzerine sanki birkaç gün önce kar yağmış da erimiş. Beyaz papatyalar geniş öbekler halinde örtmüş çayırı. Sahiden geldi değil mi bahar?

30 Mart 2010 Salı

BEŞ BOŞ BELEŞ



Ne görüyorsun?
Beş taş. Eşkenar beşgen. Pentagon. Bir yıldız. Boşlukta içi boş beş nokta.

Ne görüyorsun?
5 taş? Şeş Beş? Pentagram? Beş Boş Beleş?

Buda Zihnin ne görüyor?

Hepsini! Hiçbirini! Kendi zihninin ürünü olan her şeyi.
Kendi zihninin ürünü olan herşeyi gören zihni.

Gören kim?
Görülen ne?
Söyle!
Şimdi!

26 Mart 2010 Cuma

DOĞRU ZİHİN VE BULANIK ZİHİN

Doğru Zihin tek bir noktada takılıp kalmayan zihindir. Tüm beden ve benliğe nüfuz eden zihindir.
Bulanık Zihin ise bir şeyin üzerinde düşünüp duran, tek bir noktada donup kalmış zihindir. Doğru Zihin donarak tek bir noktada takılıp kalırsa Bulanık Zihne dönüşür. Bu nedenle Doğru Zihni yitirmemek önemlidir.
Tek bir noktada takılıp kalmadığında, Doğru Zihin su
gibidir. Bulanık Zihin ise buza benzer ve buzla elini yüzünü yıkayamazsın. Oysa buz eritilip su olduğunda her yere akar ve o zaman onunla elini de ayağını da ve başka her yeri de yıkarsın.
Zihin tek bir noktada donup kaldığında ve tek bir şeyle meşgul olduğunda donmuş su gibidir ve onu dilediğince kullanamazsın: ne elini ne ayağını yıkayabildiğin buza benzer. Zihin eritilip su gibi tüm bedene nüfuz edecek şekilde kullanıldığında onu dilediğin yöne sevk edebilirsin.
Doğru Zihin budur işte.

Çeviren: 愚 Budala

Rinzai Zen ustası Takuan Soho’nun (1573–1645) iki nesil boyunca şogunlara (1868’deki Meiji Restorasyonu’ndan önce Japonya’da başkumandan) öğretmenlik yapmış Yagyu Shinkage samuray okulunun başı olan Yagyu Munenori’ye yazdığı mektupların derlemi Fudochishinmyoroku - Sarsılmaz Bilgeliğin Gizemli Kaydı’ndan.

24 Mart 2010 Çarşamba

ADA


Denizin ortasında bir ada!
Üstünde kuşlar, balıklar, zümrütler
ve hatta sıcacık gülümseyen gözlerinde
yıldızların ışığı titreşen insanlar da olsa,
yalnız bir adasındır
bazen
başka topraklardan
millerce uzakta.

愚 Budala

20 Mart 2010 Cumartesi

MİNE ÇİÇEĞİ


Minik bir oya
Arının bal aldığı
Mine çiçeği

Nihayet bahar geldi, yarın Yeni Bahar'ın ilk günü .
Mine çiçeklerinin açtığını ilk, iki gün önce Haiku Usta'yla tepelerde gezerken fark ettim. Yolağın kenarında öbek öbek duruyorlardı. Mini minna dantel oyaları gibi.
Eğilip iyice yanaşmadan güzelliklerinin olanca detayını görebilmek mümkün değil. Büyüteçle bakmak gerek adeta. Biraz daha büyük olsalardı keşke derken kendi kendime, birden güzelliklerini o mini mini hallerine borçlu olduklarını fark ettim.
Yılın ilk arısını da aynı günün sabahı görmüştüm. Hayatta çayımı demlerken, damın tahta kirişleri arasından yükselen vızıltısını duydum ilkin. Gözlerimle yukarıyı biraz taradıktan sonra kendini de gördüm.
İkisini bir arada görmemse bu sabaha kısmetmiş. Bahçede, salıncağın yanında mine çiçeklerinin üzerinde bir arı oğulu bal toplamak için vızır vızır çalışıyordu. Arının gövdesi karşısında minenin minicik güzelliğini bir kez daha fark ettim.

19 Mart 2010 Cuma

DAĞ














Büyük işler başarılır insan ve dağ buluşunca;
Hiç mümkün mü bu itişip kakışırken sokakta.
William Blake

18 Mart 2010 Perşembe

BİR KAPLAN EHLİLEŞTİRMEK


Hyabujo Dağı’nı ziyaret eden Shiba adında bir hükümet yetkilisi manzaradan çok etkilenip oraya bir manastır inşa ettirmeye karar verir. Dağdaki iki keşiş Karin ve İsan'dan birini bu işle görevlendirecektir. Shiba yürüyüşündeki zarafeti görünce İsan’ı seçer. İlk gördüğü keşiş olan Karin seçilmemiş olmayı pek kafaya takmaz.

Yıllar sonra Karin meşhur bir Zen ustası olarak tanındığında ücra bir dağ başında yaşamaktadır ve onun Zen’ini bilen de kurtlarla kuşlardır. Bir gün hükümet adına araştırma yapan biri bu dağ başında bir inziva yerinin önüne geldiğinde kapıda duran koca bir kaplan görür. Kaplan kulübeye girer ve çok geçmeden içeriden ihtiyar bir Zen ustası çıkar. Bu Karin’dir.

Zarafetle yürüyen Zen ve bir kaplanı ehlileştiren Zen birbirinden bir hayli farklı şeylerdir. Yine de ikisi de Buda’dan beri aktarıla gelen Zen’in yaratıcı birer biçimi olsa gerek. Bu her iki keşişin yolunu da saf ve tam anlamıyla intikal olunmuş zazen olarak kabul etmeli ve her iki yolun da bu keşişlere mahsus birer sınırlama olduğunun da farkında olmalıyız.

Başka bir deyişle ne bir Zen biçiminin cazibesine kapılmalı ne de bir diğerini küçük görmeli. Zen daima yaratıcı olmalı.

Shunryu Suzuki
(Ağustos 1962, Wind Bell Sayı 9)
Çeviren: 愚 Budala

15 Mart 2010 Pazartesi

KÖPEKTE BUDA DOĞASI VAR MI?



14 Mart 2010 Pazar

İKEBANA


Yollarımız ayrı senle diyorsun ya!
Bak, ikimizin de saçı sakalı ağarmış.
Kelimeler imanı öldürür derler.
Ne güzel şey bahar çiçekleri düzenlemek
eski bir cenaze vazosunda.

Kuan Hsiu, 8. yüzyıl
Çeviri: 愚 Budala

10 Mart 2010 Çarşamba

SUFİ KOAN


Bugün bahçede oturmuş Muhyiddin İbn Arabî Hazretlerinin Mirat-ul İrfan’ını okuyordum. Haiku Usta geldi karşıma oturdu, gözlerini yumdu ve sordu:

“O gözleri görür, gözler O’nu görmez;

ne görür gözler peki söyle?”

8 Mart 2010 Pazartesi

GÜLEN BUDA MI, ŞAİR Mİ, YOKSA SEN MİSİN?

San Fransisko Rönesansı şairlerinden, Zen izdeşi Gary Snyder 2004 yılında Ehime Kültür Vakfı tarafından Masaoka Shiki Uluslararası Haiku Büyük Ödülü’ne layık görülmüştü.
7 Kasım 2004’te Japonya’nın Matsuyama şehrinde düzenlenen ödül töreninde Snyder yıllar önce, 1950’lerin ikinci yarısında Kyoto’da bir Rinzai Zen manastırında Zen eğitimine başladığında ustasının ona verdiği deneme koanını ve modern haiku ustası Masaoka Shiki’nin bir şiiriyle karşılaşmasını anlatır.

Snyder’ın koanı Buda'nın ölümünü tasvir eden bir resimdir. "Buda'nın Nirvana'ya giriş resminde herkes ağlıyor. Neden herkes ağlıyor?"


Birkaç yıl sonra Snyder, Masaoka Shiki’nin aşağıdaki haikusuyla karşılaştığında kahkahayı koyuverecek ve daha sonra şairin ışıl ışıl zihninden müthiş etkilendiğini söyleyecektir:




Buda’nın resmi//nehanzô
Nirvana’ya girerken//hotoke hitori
Gülüyor biri!//waraikeri

4 Mart 2010 Perşembe

BİR BARDAK SU İÇİN

Yarım bardak su düşün.

Bir taş at içine

su yükselsin.


Hayal gücü ve gerçeklik güreş tutar

varlıkla yokluğun sınırlarında.


Bir bardak su için!


Budala

2 Mart 2010 Salı

AYA UZANAN MAYMUN

18. yüzyılda yaşamış Zen Ustası Hakuin bu ‘sumi-e’nin üstüne yazdığı dizelerde şöyle diyor:

Sudaki aya uzanıyor ya maymun,

Asla vazgeçmez ölüm gelip çatasıya.

Dalı bırakıverip dalsa derinine gölün,

Göz kamaştıran berraklığıyla parıldardı tüm dünya.


Şiirin ilk dizesinde su ve ayın yerini değiştirip “Ay'daki suya uzanıyor maymun” da diyebilirdik pekâlâ. Zira birkaç ay önce, sanırım Ekim ayındaydı, NASA su bulmak üzere Ay’ın güney kutbuna bir füze fırlatarak Ay’ı vurdu. Ay’da su bulunursa bir Ay
üssü kurulma ihtimali de artacakmış. Dünyayı kararttığımız yetmezmiş gibi şimdi de ayı kolonize etmeye kalkıyoruz. Sizce alttaki resimdeki maymun hangisi peki?

ZAZEN












Oturup nefes alırken

Oturup nefes alıyorum

愚 Budala

28 Şubat 2010 Pazar

ACUN


...acun
dışarısı olmayan bir içeri
açılan tek bir gözün sesi

R.A.W.

25 Şubat 2010 Perşembe

ZENARŞİ


Budala’yı elinde Yoldaş Bakunin’in “Tanrı ve Devlet”iyle gören Haiku Usta hemen iki koan çıkardı cübbesinin yeninden. Üstüne de ekledi:

“Cevabı bilirsen Devrim’den sonra aydınlan aydınlanabildiğin kadar, bilemezsen kemiği kafana yersin.”

1-) Göklerde dalgalanan Kara bir bayrak gördüğünde hareket eden nedir?
Bayrak mı hareket eden? Rüzgâr mı? Yoksa devrimci hareket mi?

2-) Sıkılı bir Sol Yumruğun sesi nedir?

24 Şubat 2010 Çarşamba

SU BOŞA AKMAZ

Geçenlerde Zen ustası Shunryu Suzuki’nin “Su” üstüne verdiği söylevi okurken aklıma Karadeniz’de “Su boşa akmasın” şiarıyla buldukları her derenin üzerine bir hidroelektrik santrali kurmayı kafaya koyanlar geldi.

Suzuki, Japonya’da Eiheiji manastırı yolu üzerinde, manastıra gelmeden hemen önce yer alan Han Sak Kyo adlı küçük köprünün adının nerden geldiğini anlatır. Han Sak Kyo, Yarım Maşrapa Köprüsü demektir. Eiheji manastırı da sessiz meditasyona, yani zazene özel bir önem veren Soto Zen’in kurucusu 13. yüzyılda yaşamış büyük Zen ustası Eihei Dogen’in manastırıdır. Dogen, sabahları yüzünü yıkamak ya da manastırdaki diğer işler için bu köprüden aşağı iple bir maşrapa sarkıtır, dereden su çekermiş. Yalnız çektiği suyun yarısını kullanır, kalanı da gene dereye boşaltırmış. İşte Yarım Maşrapa Köprüsü'nün adı buradan geliyormuş. Böylesi bir davranışı günümüz insanının ekonomi üzerine kurulu aklı pek almaz. Yarım maşrapa suyu dereye geri boşaltmak, doğadaki her varlığın ve her işleyişin kendi doğal ritmleri, döngüleri olduğunu kavrayan ve bunlara saygı duymanın da ötesinde bunların güzelliği karşısında büyülenip kendinden geçen bir aklın işidir.

Karadeniz’in güzel insanları Zen ustası falan olmasalar da doğayla iç içe geçen yaşamları, doğaya bu denli yakın yaşıyor olmaları sayesinde bu güzelliğin kıymetini biliyor gibi görünüyor ve bölgedeki HES projelerine direnerek “Merak etmeyin, su boşa akmaz,” diyorlar.

http://www.findiklidereleri.com/

http://www.karadenizisyandadir.org/web/index.php

22 Şubat 2010 Pazartesi

AB-I HAYAT


tek bambu salla geçtim nehri
bir yandan çiçek topladım kıyıda
girdaplarla karde
şlik edip
elsiz ayaksız yüzmeyi öğrendim
daha bugün ektim tohumu
şimdi bin yıllık ağaç da benim
köklerim toprağın sıcak rahminde
yapraklarım akıyor ötelere suyla


愚 Budala

21 Şubat 2010 Pazar

KELEBEK KANADI

Meşe yaprağı ya —
Rüzgârın uçurduğu

Kelebek kanadı


Bugün pırıl pırıl, güneşli bir gün ama bir yandan da kuvvetli bir lodos esiyor. Akşamüzerine doğru, lodosa falan aldırmadan ama başağrısına karşı önlem olarak kafama kapüşonumu da geçirip, Haiku Usta’yla tepelerde bir yürüyüşe çıktık.

Daha önce girmediğimiz bir patikaya sapalım dedik ama bir süre sonra yolumuz geçit vermeyen sık bir meşelik tarafından kesildi. Geri dönerken bir ara meşelerin arasından avucum büyüklüğünde turuncu kanatlı kelebekler havalandı. Bu mevsimde... Şaştım kaldım!

Biraz sonra kelebeklerin hepsi yere düştü. Meğer benim kelebekler, rüzgârın can verdiği kuru meşe yapraklarıymış.

ZEN USTASI




Ormana girse tek yaprak kımıldatmaz


Suya girse tek dalga çıkarmaz.

Ijushi tarafından 17. yüzyılda derlenen Zenrin Kushu'dan

20 Şubat 2010 Cumartesi

BASHO'NUN ASASI BUDALA'NIN TASASI

Birkaç gündür kendime güzel bir asa yapmaya uğraşıyorum. Düzgün bir akasya dalı kestim, kabuğunu, dikenini sıyırdım. Akasya müthiş arsız bir ağaç. Sen kesiyorsun, kestiğin yerden bir düzine piç çıkıyor. Köylüler burada arazi açmak için kestikleri akasyaların dibine yeşil kurutan dedikleri bir ilaç atıyorlar ama nafile. Önceki yıl yeşil kurutan atılan bir arazide baharda orman gibi biten akasya piçlerini görünce kendimi gülmekten alamamış ve akasyaların direnişine hayran kalmıştım. Bahçede birkaç ay önce devrilmiş genç bir akasya sürgününün güzel ve sıkı kökünü görünce onu da testereyle ayırdım gövdeden, asaya bir başlık yaparım diye.

Akasya dalları hem esnek, hem de sağlam oluyor; uzun yürüyüşlere eşlik için biçilmiş kaftan. Ben dağda, tepede yürürken destek olsun diye ve biraz da kendimi yüzyıllar öncesinin kuş uçmaz, kervan geçmez dağlarında yürüyen bir derviş gibi hissetme özentisiyle yapıyor olsam da asa deyip geçmeyin siz yine de öyle. Asa, Zen izdeşlerinin ayrılmaz yoldaşlarından biri. Japonca ‘unsui’ (bulut-su) denen gezgin Zen keşişleri kendilerine bir usta araken ellerinde asaları o dağ senin bu dağ benim dolaşırlarmış. Yanında çalışacağı ustayı bulup bir manastıra yerleşen dervişlerin durumu için de ‘asasını duvara asmak’ deyimi kullanılırmış. Bir de hiçbir manastıra yerleşmeye yanaşmayan, ömürlerini gezgin dervişlikle sürdüren Zen izdeşleri var ki onlar için de mecaz yollu ‘asa’ denirmiş.


Zen ustası Basho, Mumon’un naklettiği meşhur bir koanda öğrencilerine "Asanız varsa, size bir asa vereyim; asanız yoksa alırım asanızı," der.


Wumen bu koana yazdığı yorumda “Köprünün olmadığı yerde suyun sığını onun yardımıyla bulursun, aysız bir gecede ona yaslanarak evine dönersin. Asa diyecek olursan ona, yıldırım hızıyla boylarsın cehennemi," dedikten sonra şiir yollu şöyle ekler:


Âlemde derini de sığı da

Bilir o hep avcunun içi gibi

Yerin temeli, göğün direği

Her yerde pekişir öğreti onunla


Zen ustası Wuzhou da şöyle bir yorumda bulunur bu koan için: “Basho asasını havaya kaldırıp ins-ü cinnin aklını aldı ya; balık kavağa çıksa da gözün üstünde olur kaş dediğin.”


Kaliforniya’da yaşayan Amerikalı Tai Chi öğretmeni Michael P. Garofalo’nun dövüş sanatlarında sopa kullanımı üzerine notlarını derlediği bir web sayfası var. Bu sayfada Garofalo kendi yarattığı Taocu ölümsüz tiplemesi Shifu Miao Zhang’ı kısa bir hikâyede Basho'yla buluşturuyor ve Zen’in klasik Hancı-Yolcu diyalog üslubunda Basho’nun koanına yeni bir yorum getiriyor:


Zen Ustası Basho eski dostu, Taocu ölümsüz Shifu Miao Zhang’a , "Asan varsa sana bir asa vereyim; asan yoksa alırım asanı,” der.

Miao Zhang, "Benim bir değneğim var seninse yok. Kendi değneğini ödünç almaya ne dersin?” diye cevap verir.

Basho’nun yanıtı, "Miao Zhang, cehenneme dek yolun var,” olur.

Miao Zhang kaşlarını çatar ve "Ee Basho, o zaman bu uzun ve sıcak yolculuk için değneğimi ödünç almam gerekecek, kusura bakma değneğini şimdi sana veremem," der.


Ben işte böyle oturmuş bir yandan Mumon’un koanlarını falan çevirip bir yandan kendi boş lakırdılarımı yazarken tüm bu asa hikâyesine bir yorum da Haiku Usta’dan geldi:


Varlık yokluk dediğin koca bir muamma

Ne anlarım ben bu süslü püslü laflardan

Sen istediğin kadar kaç, istediğin yere saklan
Sakın ola köpeksiz köyde değneksiz dolaşırım sanma
Geçitsiz Geçit'teki bazı metinler Çince ve Japonca karakterler içerir(örn. 通曰無門關). Bu karakterleri göremiyor ya da boş kutular görüyorsanız aşağıdaki bağlantıdan Code2000 yazı tipini indirin. Dosyayı masaüstünde bir klasöre çıkardıktan sonra Denetim Masası'nda Yazı Tipleri'ne girin ve Dosya'nın altındaki Yeni Yazı Tipi Yükleyin'i seçerek Code2000'i yükleyin. Daha sonra masaüstündeki klasörü silebilirsiniz. Keyifli okumalar.
http://code2000.net/CODE2000.ZIP