30 Nisan 2010 Cuma

KARABATAK


Dalıp çıkıyor

Şaşkın gözlerle suya
Karabataklar


İzmir yoluna çıktım bu sabah. Bayındır ilçesinin Dernekli köyündeki Marmariç oluşumunu ziyarete gidiyorum. Bandırma'dan trenle gideyim dedim İzmir'e. Sabah 9:50'de kalkan treni beklerken sahilde meditasyonumu yapabileceğim bir köşe aradım kendime. Kıyıya çekilmiş balıkçı kayıklarının arasında bir kuytu bulup attım matımı. Dalgaları seyre dalmış, soluğumu takip ederken birden şaşkın gözlerle cup diye çıktı sudan, irkildim. Nerden daldığını görmedim hiç. Sonra arkadaşları da geldiler. Ben gözlerimle, onlar tüm bedenleriyle daldık çıktık denize.

29 Nisan 2010 Perşembe

BULUT

Güneşli güzel bir günde başınızı göğe çevirip havada süzülen sevimli, pofuduk bir bulut görürsünüz. Biçimine, ışığın büklümleri üstüne vuruşuna ve yeşil çayıra düşen gölgesine hayran kalırsınız. Bu buluta âşık olursunuz. Hep sizinle kalsın, size neşe versin istersiniz. Neden sonra bulutun biçimi ve rengi değişir. Daha bir sürü bulut çıkagelir, gök kararır ve yağmur başlar. Bulut artık ortada yoktur. Yağmura dönüşmüştür. Sevgili bulutunuz dönsün diye ağlamaya başlarsınız.

Yağmura derinden baktığınızda bulutunuzu hâlâ görebileceğinizi bilseniz bu kadar ağlamazdınız.


Budizmde imgesizlik (animitta) diye bir ilke vardır. “İmge”, şeylerin dışsal biçimidir. İmgesizlik uygulaması, şeylerin dışsal biçimine ya da görünüşüne kanmamaktır. Animitta ilkesini anladığımızda dış görünüşün gerçekliğin tamamı olmadığını anlarız.


Bir bulut yağmura dönüştüğünde yağmura derinden bakarsanız bulutun hâlâ orada olduğunu ve size bakarak gülümsediğini görürsünüz. Bu sizi neşelendirir ve ağlamayı bırakırsınız çünkü artık bulutun biçimine bağlı değilsinizdir. Eğer ıstıraba saplanıp kalır ve uzun süre ağlamaya devam ederseniz bunun nedeni geride kalmış olmanız, bulutun biçimine ya da imgesine tutulmuş olmanızdır. Geçmişteki bir biçime tutulup kalmışsınız ve yeni biçimi göremiyorsunuz. Yağmura ya da kara dönüşen buluta yetişemiyorsunuz.


Eğer sevdiğiniz birini yitirdiyseniz ve böyle uzun uzun ağladıysanız Buda’nın davetine kulak verin lütfen. Derinden bakın ve sevdiceğinizin doğasının doğumsuz, ölümsüz, gelişsiz ve gidişsiz bir doğa olduğunun farkına varın. İşte gerçek doğamıza dair Buda’nın öğretisi budur.

Thich Nhat Hanh

27 Nisan 2010 Salı

ŞİMŞEK

çaktı şimşek ya
ben de parladım öyle
bir anlığına

愚 Budala

25 Nisan 2010 Pazar

GEÇER

Bir Zen öğrencisi bir gün ustasına gidip dert yanmaya başlamış:
“Ne yapacağımı bilemiyorum Usta, meditasyonum tam bir felaket. Bir türlü zihnimi odaklayamıyorum, aklıma hep hayaller ve düşünceler üşüşüyor. Sonra bacaklarım ağrımaya başlıyor. Bir de hep uykuya dalacak gibi oluyorum.”
Usta öğrencisine gülümseyip “Merak etme, geçer,” demiş.
Bir süre sonra aynı öğrenci yine ustasının yanına gelmiş:
“Haklıymışsın Usta, hepsi geçti gitti. Şimdi meditasyonum mükemmel. Kendimi müthiş dingin ve huzurlu hissediyorum. Farkındalığım en üst düzeyde ve meditasyondan dinç ve zinde bir biçimde kalkıyorum”
Usta cevabı yapıştırmış:
“Merak etme, geçer.”

24 Nisan 2010 Cumartesi

ZEN KEDİCİKLERİ

22 Nisan 2010 Perşembe

DOĞRU VE YANLIŞ


-Her şey doğru.
-Yanlış şeyler bile mi?
-Yanlış şeyler bile.

-Nasıl olur yahu?

-Bilmiyorum dostum, ben yapmadım.

20 Nisan 2010 Salı

BUDA’NIN DOĞAÜSTÜ GÜÇLERİ


Buda’nın altı doğaüstü gücü vardır: Biçimlerle dolu bir dünyada yaşar, biçimlerin ayartısına kapılmaz; Seslerle dolu bir dünyada yaşar, seslerin ayartısına kapılmaz; Renklerle dolu bir dünyada yaşar, renklerin ayartısına kapılmaz; Kokularla dolu bir dünyada yaşar, kokuların ayartısına kapılmaz; Tatlarla dolu bir dünyada yaşar, tatların ayartısına kapılmaz; Öğretilerle dolu bir dünyada yaşar, öğretilerin ayartısına kapılmaz.
Linji Yixuan (Rinzai Gigen)

18 Nisan 2010 Pazar

BODHİDHARMA DOĞU’YA NİYE GİTTİ?

Kendisini arayan aptallara uzaktan bir deniz feneri gibi ışık tutan ihtiyar bir Zen ustası. Terk edilmiş bir yetim. Dünya işlerinden kaçıp varoluşun anlamı peşinde inzivaya çekilen bir delikanlı. Eteklerinde bir Budist manastırı bulunan sık ormanlarla kaplı bir dağın tepesinde bir süreliğine yolları kesişen üç insan. Bir çocuk tarafından eşi çalınıp tutsak edilmiş vefalı bir kuş. Ağaçların arasında bir görünüp bir kaybolan bir öküz. Can alıcı güzellikleriyle şelaleler. Acı dolu bir dünyadan sakınmak, hayatın tozuna toprağına bulanmadan yaşamak mümkün mü? Dünyadan kaçmak bilgelik mi? Bodhidharma Doğu'ya Niye Gitti? Bir koan gibi alabildiğine yalın ve bir o kadar esrarlı muhteşem bir film. İzleyin!

http://thepiratebay.org/torrent/3320966/Why_Has_Bodhi-Dharma_Left_for_the_East__%281989_DVDRip_South_Korea

15 Nisan 2010 Perşembe

MUTLULUĞUN RESMİ Mİ? MUTLULUK KENDİSİ BİR RESİM!


"Gerçek hayatta hakiki mutluluğa, nihai ve ebedi gönül ferahlığına ulaşmanın imkânı yoktur. Zira bunlar boşlukta açan hayali çiçekler, katıksız düşlemlerdir. Gerçekleşmeleri mümkün değildir. Aslına bakarsanız, gerçekleşmemeleri de gerekir. Peki neden? Bu fikirler gerçekleşecek olsaydı hayatımızın gerçek anlamını aramayı bırakırdık. Böyle bir şey, manevi anlamda varlığımızın sonu olurdu ve hayatı yaşamaya değmeyecek kadar aptalca bulurduk."

Schopenhauer

13 Nisan 2010 Salı

SAMURAYIN İTİKADI




Ailem yok benim; Yerle Göğü ailem bilirim.
Yuvam yok benim; Tan T’ien’i yuvam bilirim.
İlahi güçlerim yok benim; dürüstlüğü İlahi Güç bilirim.
Hedefe ulaşacak araçlarım yok benim; Yumuşak Başlılığı araç bilirim.
Büyülü güçlerim yok benim; kişiliğimi Büyü Gücü bilirim.
Ne yaşamım var ne ölümüm; Om’u Yaşam ve Ölüm bilirim.

Bedenim yok benim; Metaneti Beden bilirim.
Gözlerim yok benim; Şimşeğin Çakmasını Göz bilirim.
Kulaklarım yok benim; Duyarlılığı Kulak bilirim.
Elim kolum yok benim; Çevikliği El Kol bilirim.
Yasalarım yok benim; Kendimi Korumayı Yasa bilirim.

Stratejim yok benim; Can Alma ve Can Bağışlama Hakkını Strateji bilirim.
Tasarım yok benim; Fırsatlara Dört Kolla Sarılmayı Tasarı bilirim.
Mucizem yok benim; Adil Davranışı Mucize bilirim.
İlkem yok benim; her şarta Uyum Sağlamayı İlke bilirim.
Taktiğim yok benim; Boşluk ve Doluluğu Taktik bilirim.

Yeteneğim yok benim; Hazırcevaplığı Yetenek bilirim.
Dostlarım yok benim; Zihnimi Dost bilirim.
Düşmanım yok benim; Dikkatsizliği Düşman bilirim.
Zırhım yok benim; İyilikseverliği Zırh bilirim.
Kalem yok benim; Sarsılmaz Zihni Kale bilirim.
Kılıcım yok benim; Boş Zihni Kılıç bilirim.

(M.S. 1300 yıllarından kalma anonim bir metin)
Çeviren: 愚 Budala

12 Nisan 2010 Pazartesi

ZEN SIKICIDIR

Artık kabul edelim. Zen sıkıcıdır. Zenden daha donuk daha sıkıcı bir pratik bulamazsınız. Felsefesi yavan ve heyecansızdır. Birilerinin şu an bu sayfayı okuması bile bana inanılmaz geliyor. Bunun yerine Tetris falan oynayabileceğinizin farkında değil misiniz? Milyon tane beleş porno sitesi var, haberiniz yok mu? Gidip hayatın tadını çıkarın, burada ne işiniz var?

Bir Rinzai Zen hocası olan Joshu Sasaki, bir keresinde Budist öğretmenlerin daima öğrencilerini Buda Âlemi’ne özendirdiklerini ama aslında öğrenciler Buda Âlemi’nin ne kadar yavan ve tatsız olduğunu bir bilseler oraya varmayı asla istemeyeceklerini söylemişti. Çok haklı. Zen ustalarına bir bakın. Hiçbirinin modadan anladığı yok. Boş duvarlara gözlerini dikip öylece oturuyorlar. Onlara nasıl uçacağınızı sorsanız hiçbir şey söylemezler. Ahret hayatını soracak olsanız konuyu değiştirirler. Mucizeleri soracak olsanız su taşıyıp ateş için odun kesmek gibi zırvalardan söz ederler. Erken yatar, erken kalkarlar. Zen tam da bön tiplere göre bir felsefe.


Can sıkıntısı mühimdir. Hayatınızın çoğu yavan, tatsız ve sıkıcıdır. Zazen çalışarak can sıkıntısı hakkında çok şey öğrenirsiniz. İlk kez Zazene oturuşumu hatırlıyorum da, nasıl da heyecanlıydım. Gökyüzünden inen dört kollu Krişna vizyonları göreceğimi ya da şu eski Beatles şarkısındaki gibi Boşluk'ta yok olacağımı, Nirvana'ya ereceğimi (o da neyse) ya da ona benzer başka muhteşem bir şey yaşayacağımı falan düşünüyordum. Fakat saat tik tak ilerledikçe, bacaklarım ağrımaya başlıyor ve zihnimde saçma sapan düşünceler dolanıp duruyordu. Belki de doğru uygulamıyorum diye düşündüm. Yo hayır, yıllar geçti ama değişen bir şey olmadı. Sıkıntı, sıkıntı, sıkıntı. Neredeyse 20 yıldır zazen yapıyorum ve o kahrolası sıkıntı hâlâ geçmedi.


İnsanlar gündelik hayatlarından nefret eder. Hep daha iyi bir şeyler isteriz. İşle güçle geçen şu gündelik hayatımızın yavan ve sıradan olduğunu düşünürüz. Oysa bir gün, bir gün... The Monkees’in* bir bölümünde, Mike Nesmith lisedeyken okulun boş sahnesinde elinde bir gitarla “Bir gün, bir gün...” diyerek dolanıp durduğunu anlatır. Sonra bugün (bugün dediğimiz 1967, Monkees şöhretin zirvesindeyken) binlerce hayranının karşısında sahneye çıkar ve yine şöyle düşünmektedir: “Bir gün, bir gün...” Hayat böyle bir şey işte. Asla mükemmel olmayacak. “Bir gün” olmasını hayal ettiğiniz şey, hiç olmayacak. Asla. Bu her ne olursa olsun. Hayalinizi ne kadar iyi kurarsanız kurun, ona ulaşmak için gerekli tüm adımları ne kadar dikkatle atarsanız atın. Tam planladığınız biçimde gerçekleşecek bile olsa sizin sonunuz da tıpkı Mike Nesmith gibi olacaktır. Bir gün, bir gün... Hiç şüpheniz olmasın.

Hayatınız değişecek. Orası kesin. Fakat daha iyi ya da daha kötü olmayacak. Bugünü dünle kıyaslayabilir misiniz? Geçmiş hakkında ne biliyorsunuz ki? En ufak bir fikriniz bile yok! Geçen hafta ya da on yıl öncesi şöyle dursun, dünün gerçekten nasıl olduğunu bile hiçbir biçimde bilemezsiniz. Gelecek mi? Unutun gitsin.

İnsanlar büyük heyecanlar peşinde koşuyor. Uç deneyimler yaşamak istiyorlar. Bazı insanlar Aydınlanma’nın Nihai Uç Deneyim olacağı beklentisiyle Zen’e geliyor. Tüm Uç Deneyimlerin Anası. Oysa gerçek aydınlanma en alelade sıradanlıktır. Bir keresinde inanılmaz bir vizyon yaşamıştım. Zaman ve uzay içerisinde nakledildiğimi gördüm. Milyonlarca, yo, milyarlarca, trilyonlarca, katrilyonlarca yıl geçti. Mecazi olarak değil, gerçekten. Vınnn diye. Kendimi zaman ve uzayın ta en ucunda, şimdiye dek var olmuş her şeyin canlı zihinleri ve bedenlerinden oluşan devasa bir varlık olarak buldum. Acayip dokunaklı bir deneyimdi. Coşku vericiydi. Haftalarca uçar gibi dolaştım. Sonunda deneyimimi Nishijima Sensei’ye anlattım. Fasa fiso dedi. Hepsi benim kendi hayal gücümmüş. Neler hissettiğimi size anlatamam. Hayal gücü ha? Daha önce yaşadığım tüm deneyimler kadar gerçek bir deneyimdi. Az daha ağlayacaktım. O gün ilerleyen saatlerde bir mandalina yiyordum. Mandalinanın ne hoş bir şey olduğunu fark ettim. Nefisti. İnanılmaz bir turunç. Müthiş bir tat. Bunu da Nishijima’ya anlattım. İşte bu deneyim, dedi, aydınlanmadır.

İnsana böyle bir öğretmen lâzım. Dünyaya daha böyle pek çok öğretmen gerek. Bir sürü öğretmen benim deneyimimi Atman'ımın Tanrı'yla birleşmesi, muazzam ve muhteşem şeylerin belirtisi olarak yorumlayıp manevi gelişimime övgüler düzer ve yola nasıl devam etmem gerektiği konusunda anlamlı sözler ederlerdi. Peşinen söyleyeyim ben de böyle bir şeye balıklama atlardım! Zokayı aynen yutardım. Bir öğretmen illüzyonlarınızı yerle bir etmiyorsa size hiçbir faydası dokunmuyor demektir.

İhtiyacınız olan şey sıkıntı. Evrenin Ucunda Tanrı’nın Zihni’yle kaynaşmak; alın size heyecan! Hepimiz bunun için bu Zen teranesinin içinde değil miyiz? Mandalina yemek mi? Yapma be dostum! Mandalina yemekten daha bayağı ne olabilir ki?


Birkaç yıl önce psikologlar bir araştırma için Budist rahipleri ve sıradan kişileri bir odada oturtup beyin etkinliklerini kaydetmek üzere EEG makinelerine bağlamışlar. Hepsine gevşemelerini söyledikten sonra odaya sürekli tekrarlanan bir uyarıcı, tik tak işleyen bir saat koymuşlar. Sıradan kişilerin EEG'lerinde birkaç saniye sonra beyinlerinin bu uyarana tepki vermeyi bıraktığı görülmüş. Budistler ise saatin her tik takını zihinsel olarak kaydetmeyi sürdürmüşler. Bu bulguya pek çok yerde değinilse de ne psikologlar ne de gazeteciler bunu nasıl yorumlayacaklarını bilemiyor. Oysa mesele gayet basit. Budistler kendi hayatlarına kulak verirler. Sıradan kişilerse düşünecek daha iyi şeyleri olduğuna inanırlar.


Sıradan ve sıkıcı hayatınıza gerçekten yakından bakacak olursanız orada gerçekten muhteşem bir şeyler keşfedeceğinizden şüpheniz olmasın. Şu bildik, sıradan ve anlamsız hayatlarımız aslında inanılmaz keyifli - akıllara durgunluk verecek şekilde, muhteşem, biteviye ve amansız bir haz dolu. Böylesi bir keyfi deneyimlemek için herhangi bir şey yapmanıza da gerek yok. İnsanlar muazzam ve ilginç deneyimlere ihtiyaç duyduklarına inanıyor. Evet doğru, o muazzam ve travmatik deneyimler bazen insanları kısacık bir anlığına da olsa bir çeşit aydınlanma hali içine sokabiliyor. Bu deneyimleri bu kadar cazip kılan şey de bu zaten. Ancak bunun etkisi hızla geçiyor ve siz de kendinizi bir sonraki büyük heyecanın peşinde koşturur halde buluyorsunuz. Uyuşturucu almaya, binaları havaya uçurmaya, Indy 500'ü kazanmaya ya da ayda yürüyüş yapmaya ihtiyacınız yok. Himalayalar’dan planörle uçmaya, ağzınızın sularını akıtan ve “o da dünden razı” sekreterinizi becermeye ya da hoş insanlarla gece boyu süren partiler vermeye ihtiyacınız yok. Evrenin bütünlüğüyle kaynaşma vizyonlarına ihtiyacınız yok. Neyseniz o olun, neredeyseniz orada olun, yeter. Tuvaleti temizleyin. Köpeği yürüyüşe çıkarın. İşinizi yapın. Olabilecek en büyülü şey işte budur. Gerçekten Tanrı’yla bütünleşmek istiyorsanız, bunun yolu buradan geçiyor. Şu anda. Elinizi donunuza sokmuş, ağzınızın kenarında patates cipsi kırıntılarıyla bilgisayar ekranına bakıp “Bu herif kafayı yemiş ya,” diye düşünürken. İşte Aydınlanma bu an. Bu an, daha önce asla yaşanmadı ve geçtiğinde de bir daha yaşanmayacak. Siz bu ansınız. Bu an sizsiniz. Tüm Evrenle, Bizzat Tanrının Kendisi’yle bütünleştiğiniz an işte bu an.


Yaşadığınız bu hayat, Tanrı’nın bile asla bilemeyeceği hazlar içeriyor.

Brad Warner

(Üstat Gudo Nishijima'nın öğrencisi, Hardcore Zen kitabının yazarı)


Dipnot: * Eski Amerikan pop kültürünü bilmeyenler için; The Monkees bir rock’n’roll grubu hakkında 1967-68 yıllarında televizyonda gösterilen ve sonra 70’lerde yeniden yayınlanan bir TV dizisiydi. The Monkees’in tıpkı The Beatles gibi olması düşünülmüştü. Mike Nesmith grubun lideri, John Lennon karakteriydi. The Monkees adında çakma bir rock grubu turneye çıktığında, tıpkı birkaç yıl önce The Beatles'ınki kadar kalabalık bir çığlık çığlığa, yeniyetme hayran kitlesi toplaması ise herkesi hayrete düşürmüştü.

8 Nisan 2010 Perşembe

NARKISSOS


Duru berrak bir suda kendi muhteşem
güzelliğini görüp de o sularda yitip giden
Narkissos gibi dalabilir miyiz bir gün
biz de birbirimizin gözlerine?
Görebilir miyiz sahiden?
Bahar gelir, parçalanır aynalar.
Durgun suda bir akis kalır.
Yine kırda nergisler...

愚 Budala

6 Nisan 2010 Salı

ZEN ŞİİRİ

Underground Poetix 5. Cilt'te Zen ve Zen şiiri üzerine yayınlanan makalenin tam metni.
Afiyet olsun!

Zen Şiiri
Geçitsiz Geçit'teki bazı metinler Çince ve Japonca karakterler içerir(örn. 通曰無門關). Bu karakterleri göremiyor ya da boş kutular görüyorsanız aşağıdaki bağlantıdan Code2000 yazı tipini indirin. Dosyayı masaüstünde bir klasöre çıkardıktan sonra Denetim Masası'nda Yazı Tipleri'ne girin ve Dosya'nın altındaki Yeni Yazı Tipi Yükleyin'i seçerek Code2000'i yükleyin. Daha sonra masaüstündeki klasörü silebilirsiniz. Keyifli okumalar.
http://code2000.net/CODE2000.ZIP